Mineria Wiki
Advertisement

1.70 boylarında siyah saçlı, yüzünde üç bıçak yarasını andıran bir pençe izine sahip biriyim. Kişiliğimi dışa vermeyi sevmiyor olmam ilk farkedilen karakteristik özellilklerimden biri. Çok konuşmam, fikrimi nadiren dile getiririm. Bakışlarımdan bir zamanlar büyük acılar yaşadığım bellidir. Alt soylar ile aram pek iyi değildir.


Karakter background:

Benim adım Talin. Annem kökenlerimizin Sol'e dayandığını söylerdi hep. Babamı tanıma şansım hiç olmadı, ondan bana kalan tek hatıra boynumdan çıkarmadığım kolyemden başka birşey değildi. Büyük abim Tala yetiştirdi beni, hayata dair herşeyi ondan öğrendim. Çocukluğuma ait en eski anı silik bir yangına dayanıyor. Yanan tahta kokusuna harmanlanmış et kokusu ve boğuk tonlarda gelen çocuk çığlıkları. Sonrası yok. En azından uzunca bir süre için yoktu. Cocukluğum hep göçebe geçti. Annem Morina ve büyük kardeşim Tala ile hiç durmadan yer değiştirir, gittiğimiz yerlerde bulunabilmek için gereken parayı annemin şifasına borçlu yaşardık. Gittiğimiz yerlerde paralı askerleri topladığı şifalıbitkiler ile tedavi ederdi. Elinden düşürmediği El Botanika adında bana o zamanlar hiç göstermediği bitki kitabı ile saatlerini verimsiz topraklarda bitki arayarak geçirirdi. Göçebe geçen yıllarda en sevdiğim şey geceleri sönmek üzere olan ateşi, onun rüzgarla savaşır biçimdeki yalpalamasını ve içindeki maddenin ötesindeki gücün azalışını, izlerken ateşe onu güçlendirecek şeyler atmaktı. Ateşin o bitme anına gelirkenki zayıflığını, tekrar güçlendirmek bana bastırılmış dürtüleri anımsatıyordu. İlk kez gerçek korkuyu hissettiğim o günü anımsıyorumda, sadece insanlara özgü olan kesik bir kokuydu korku benim için. Ağızda metal bir madalyon taşımaktan farksız bir tad oluşmuştu dilimde. Yutkunmak o an dünyanın enzor şeyiydi benim için. Vahşi bir hayvan tam karşımızdaydı. Abim ise soğuk kanlılığı ile gergin bir ok gibi kayanın üzerinde bekliyordu. İlk kez beni avlanmaya götürmüştü ve Keia biliyor ya doğaya çok yabancıydım. Karşımızdaki hayvanın sivri pençelerinin parıltısı Shea'nın ruhundan yansıyıp beynime işliyordu adeta. Kalbimin varlığını en iyi o an hissetmiştim. Abim ile gözlerini bir saniye birbirlerinden ayırmıyorlardı. Ortamdaki tek tehlikenin abim olduğunu sezmişti sanki. Ben ise sadece bir gölgeydim sanki, yinede hırlayışı kanımı donduruyordu. Sonra bir şey oldu. Donmuş kanım çözündü sanki, ateş ile kaynadı ve yerinde duramaz oldu. O an hayvanın dikkatini dağıtmam gerektiği fikri geldi aklıma, üstüne doğru aniden koştun ve pençesinin büyüklüğünü yüzümde hissettim. Görüntüler sanki daha akıcıydı, bir anlık bir zihinsel parlama ile yere otların arassına düştüm. Abimin sert çığlığını duydum, otlar önümde dkiliyordu ve ben ayağa kalkamıyordum. Yüzümde çarprazlama bir yanık vardı ve gözlerüm bulanık görüyordu. Hayvanın üzerine atlayan abim Tala'nın sırtını gördüm. İkiside benim iki metre yanımda boğuşuyorlardı ama çimler büyümüştü sanki, gözlerim onları göremez oldu, kulaklarımda aynı şekirde duyma yeteneğini yitirmişti sanki. Çimler adeta bir orman olmuştu önümde, emekleyerek aralarına daldım. Kulaklarımın bir oyunu olarak bilmediğim lisanda sesler duymaya başladım. Sonrasında ise sessizlik oldu. Çimler eşelememe direnememiş olucaklar ki sonunda abimin yanına vardım. Kaplan yerde ölü yatıyordu, abim ise hemen yanında boğazını tutuyordu. Üstüme doğru atıldı ve bağırmaya başladı “Seni aptal az daha ölüyordun! Ne yaptığını sanıyorsun!”. Sonrasında o günü düşünme fırsatı bulduğumda abime kendimi kanıtlamak için mi yoksa sadece başka bir duygu yüzünden mi böyle Bir şey yaptığıma karar verememiştim. “Şaşı bir hayvan nasıl olurmuş onu merak etmiştim sadece” dedim. Sonrasında abim öyle bir kahkaha bastı ki güldüğünden emin olmakta zorlanıyordum. Kasılmış dudaklarının oluşturduğu mağaradan kahkahadan daha çok bir cinnet çıkıyordu sanki. Sonrasında iyice yüzüme odaklandı. Yüzündeki gerginlik yerini bir salmaya bıraktı. Sonrasında gözleride dehşete döndü. Bulanık bakışlarım arasında bu değişimi çok net görüyordum. Sonrasını hatırlamıyorum. Uyandığımda olayın üstünden 2 hafta geçmişti. Yüzümde üç adet yaprak yapışıktı ve neler olduğunu anlamıyordum. Sonradan söylediklerine göre güçlü bir enfeksiyon geçirmiştim. Annemin şifalı bitkileri olmasa hayatta kurtulamazdım. Uyandığım yer bir barakaydı. Bana Bir şey olacak korkusuyla annem Markis kırallığına yerleşmişti. Haklıydı da, göçebelik zor ve yorucu bir işti, hem bir kırallıkta şifa arıyan asker bulmak daha kolay ve getirisi yüksek bir işti.Sonraki On yılı Marksis'te yüzümdeki üç yara ile birlikte geçirdim. Marksis'in bana kattığı tek iyi şey Maria idi. Maria ile göl kenarında tanışmıştık. Ona ateş böceklerini izletmiştim. İlk kez birini birşeye hayran etmiştim ve içimde yükselen bir iyilik duygusu yer etmeye başlamıştı. Ama Maria ateşle benim kadar ilgili değildi. Ben elimde doğada topladığım kimyasallar ile gezer ve neredeyse her an karıncalar için küçük bir yangın çıkarabilirdim. Maria ise sıcaktan nefret ederdi, hatta göletin donduğu günlere bayılırdı adeta. Bir keresinde ateş böceklerini kavanozlara doldurup soğuk günlere kadar yaşatmıştım. Sonrasında bu mucizeyi Maria'ya da göstermek için gölete çağırmıştım. Karların üzerinde uçan ateş böcekleri o kadar güzeldi ki, Maria beni ilk kez orada öpmüştü. Maria annesini ve babasını küçük yaşta kaybetmişti, bir süre sonra birbirimizin ailesi olduk. Dertlerimizi dinliyor ve saatlerce çozümler arıyorduk. Bir gün onlar geldi. Kendilerine Bentos diyorlardı. Ellerinde din kitapları vardı ve birilerini arıyorlardı. İlk hafta bir kişiyi meydanda astılar. Nedenini hiçbirimiz bilmiyorduk. Ama içimizi bir korku kaplamıştı. Sonrasında Bentosların bağzı büyülü eşyalar bulduklarını işittik. Aramızda büyücülerin olduğunu düşünüyorlardı.Sonraki hafta aynadan kafesi getirdiler. Büyücülerin gücü ışıktan geliyordu, ve kafes bu gücü geçiremeyecek biçimde içerden aynalıydı. Kafeste ilk yanan yaşlı bir dilenci oldu.İçersi aynalıydı ama biz dışarıdan herşeyi izlemeye mahkumduk. Artık her çan çaldığında bir idam oluyordu, çoğu raskele idamlardı. Kurdukları karanlık barakanın içinde Bentoslar saatlerce tartışıp idam kararları veriyorlardı. Soğuk günlerden birinde Maria ile yine göle gitmiştik, bizi geri getiren şey çan sesi oldu. Meydanda yine kalabalık toplanmıştı. Kafeste bu sefer iki kişi vardı ve bu çok olağan Bir şey değildi. Etten duvarı aşığ kafestekileri görmek için öne ilerlerken birşeyi fark ettim. Kafestekiler annem ve büyük kardeşimdi. O anda kendimi kaybettim, hatırladığım şeylerden biri Bentoslardan birinin elindeki bıçağı kapmamdı. Sağa sola savuruyordum. Arkamdaki kafesin altında yanmaya hazır kozalaklar vardı. Abim ile göz göze gelmek için omzumun üzerinden bakmışsamda ayna onların beni görmesini engelliyordu. Kanı ağzımdan fırlayacak gibi geliyordu. İstemsizce boynumdaki kolyeyi tuttum ve bilmediğim bir lisanda haykırmaya başladım. Ne dediğim hakkında bir fikrim yoktu, ama dudaklarım kelimeleri zihnimden önce tamamlıyordu. Kolyeyi üstüme gelen Bentoslardan birine doğru uzattım, kelimeler ağzımdan çıkmaya devam ediyordu. Kolyeden önce bir ışık çıktı, ışık beyaz bir kuş gibiydi ve anında bir ateş kütlesine dönüştü. Çevreyi bir ejderha nefesi kaplamıştı sanki. Ateşi savurdum ve iki Bentosun yandığını gördüm. Bu çok hoşuma gitmeye başlamıştı birden. Ateşi tüm hızıyla çevirmeye devam ediyordum. Çevremde ateşten bir rüzgar oluşuyordu sanki. Sonra benden bağımsız bir ateşi sesini duydum, bir çıtırrı. Kozalak patlaması. Döndüğümde ateşimin kafesin altındaki kozalaklarada ulaşmış olduğunu gördüm. Kafes çok hızlıca alev almaya başlamış ve ve annemle kardeşime ulaşmak üzereydi. Ateşi çıkarmayı başarmıştım ama durdurmayı nasıl yapacağımı bilmiyordum. Böyle bir gücün neler yapabileceğini bile kestiremiyordum tam. Kafese doğru koştum, kafes alevden iyice nassibini alıyordu. Yaptığım şov insanları rahatsız etmişti, herkes biryerlerde saklanıyordu. Zihnimi ateşi kontrol etmeye odaklamam gerektiğini hissettim. Kafesin karşısına dikildim ve ateşin varlığını görmeden de hissedebildiğimi farkettim, onu yenebilirdim. Tam o anda kafamda sert bir acı hissettim, tiz bir çığlık attım. Ben yere düşerken çığlığım kesilmişti, ama annemle abiminki gözlerim kararırken daha yeni başlıyordu. Uyandığımda bir odadaydım ve başımda üç tane Bentos vardı. Ellerim bağlıydı ve çıplaktım. Sonraki üç gün çok hızlı geçti, sorular sordular, ben ise kafamı bir boğa gibi sallayıp üstlerine atladım her defasında. Üç günün sonunda galiba benim idamıma karar vermişlerdi. Dördüncü günün gecesinin son gecem olduğunu biliyordum. Sonra gecenin bir yarısı kapım açıldı. İçeri cübbeli biri girdi. Sabahı beklemeyeceklerini düşünüyordum. İçimde büyüyen bir nefret vardı. Gelenin kim olduğu umrumda bile değildi, artık hiçbir şeyi umursamıyordum. Cübbenin başlığı yüzüne ışık gelmesine engeldi. Yanıma yaklaştı. Parmaklıklardan giren ay ışığı yüzüne vurduğunda onun Maria olduğunu farkettim. Dudakları hiç olmadığı kadar canlı ve yanakları hiç olmadığı kadar beyazdı. Ellerimi çözerken Bir şey diyemedim, dilim düğümlenmişti sanki. Elindeki cübbeyi ve kolyemi önğme attı. Ben giyinirken sessizce kulağııma eğildi ve “Hadi çıkıyoruz buradan” dedi. Hücreden çıkıp uyumakta olan bir mahkumun önünden geçtik. Çıkış kapısına kadar çok sakince gelmiştik. Çevrede bana tanıdık gelen bir koku vardı. Birisi bizim için yolu temizlemişti. Yerde bir iki baykın Bentos vardı, “Geriye kalanları üst katta toplantıdalar” dedi Maria. Kapıdan çıkıp iki adım attıktan sonra Maria bileğimi kavradı ve dudaklarıma güzel bir öpücük verdi. Ama bu karamsar bir öpücüktü. Bunu hissedebiliyordum. Bir kavuşmadan ziyade bir veda gibi. Kulağıma eğildi “Kimyasallar için teşekkürler” dedi. Sonrasında ani bir hareket ile demir koruması ve irice bir penceresi olan giriş kapısından içeri geri girdi. O kadar seri girmişti ki ben anlayana kadar kapıyı kapatmıştı bile. Arkasından gitmek için kapı kolunu tuttuğumda kol çoktan buzlanmıştı ve açılmıyordu. Salonun ortasına gidip küçük bir mum aldı eline. O anda yeri kaplayan Kırpan otunun ezilmesi ile çıkan özden yapılma aşırı yanıcı kimyasalların yeri bir halı gibi örttüğünü farkettim. Maria gözlerimin derinliklere son kez bakarak mumu yere bıraktı.

O gece sadece bir öc alınmadı.

O gece yanan bir aşktanda öteydi.

O gece benim için bir yıkım olduğu kadar bir başlangıçtıda. Hayatımın geri kalanını altsoyları yok etmeye adamamın ilk adımıydı. Onlar hastalıklıydılar ve acizlikleri bizden nefret etmelerine sebep oldu. Aynı o hayvana saldırdığım zaman gibi, içimi bastırılmış bir dürtü kapladı. Artık bastırmayacağım bir dürtü. Eğer bir tanrıdan nefret ederseniz, onun gazabına katlanırsınız. O gece ben geleceğin Belarun'u olacağıma yemin ettim. Ateşin yakıcılığını püskürteceğim ve altsoya bu gazabı hissettirceğim!☁

Advertisement